16 Kasım 2014 Pazar

Tüyap Kitap Fuarı 2014

Bu seneki fuarın ancak son günü gitme fırsatı bulabildim. Kalabalık olacağını, trafiğin de yoğun olacağını bildiğimden arabasız gitmeme rağmen yine de gidişim zahmetli oldu.

Amacım Can Dündar'ın Can Yayınlarından çıkan Abim
Deniz isimli kitabı imzalatmaktı. Tani önce Can Dündar ve Hamdi Gezmiş ile bir saatlik söyleşi vardı. Söyleşinin sonuna yetişebildim. Kurnazlık edip söyleşi bitmeden imza masasına gieyim dedim ki benden önce en yüz kişi bunu akıl etmiş.

Biraz dolaşıp sonra geleyim dedim; yaklaşık iki saat sonra gittiğimde sıra iki katı artmıştı. Umudumu yitirdim, vazgeçtim.

Bu arada dolaşırken Sayın Hayrettin Karaca'yı gördüm, tekerlekli sandalye ile bile olsa gelmişti. Bir çok yazar kitaplarını imzalıyordu; Ayşe Kulin, Ediz Hun vs.

 Rakı içen biri olarak, Rakı Ansiklopedisi adını görünce hemen limana yanaştım. Kitabı aldım, hediyesi de vardı ama şimdiye kadar duymadığım bir siteyi bu sayede öğrendim; "meyhanedeyiz.biz" . Bazılarınız önceden biliyor olabilir benilk defa duydum ve bu satırları yazdığımda çoktan üye olmuş bir kaç kısa film de izlemiştim.











Daha sonra İktisat Fakültesi Mezunlar Camiyeti'nin standına rastladım. Sağolsunlar henüz öğrenci olan gençlerimiz stantla ilgileniyorlardı ama mezunlarımızın ilgisi pek olmamış söylediklerine göre.






 Son olarak yine özüm ile ilgili bir stand gördüm; Lazika Yayın Kollektifi. Sohbetimizde amaçlarının daha çok kitap basmak ve bir o kadar okuyucuya ulaşmasını sağlamak olduğunu öğrendim. Hem merakmıdan, hem de destek olma düşüncesi ile iki kitap aldım.







İnsan burada zamanın ne kadar çabuk geçtiğini anlayamıyor. Ancak ayaklarımın ağrısı ve yorgunluk hissi ile saate bakınca "baya olmuş" dedim ve çıkışa yöneldim.

Son söz olarak şunu söyleyebilirim. Tüyap'ta yapılan fuarlar içnde her zaman ziyaretçisinin en fazla olduğu fuar olmuştur Kitap Fuarı; belki bilişim de kalabalık olyordur ama bu kadar değildir sanırım.

Bu biraz yüreğime su serpti. Niçin mi, hala okumayı seven, okumak için buralara kadar gelen insanlar olduğunu görmek çok güzel. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin kitap okumak, sayfalarını parmaklarınla çevirmek başka bir duygu; umarım hiç eksik olmaz...

15 Kasım 2014 Cumartesi

Onlar için yazdıklarım - Erol Manisalı

Çok değerli hocam Erol Manisalı'nın "Onlar için yazdıklarım" kitabını yeni bitirdim. Fikirlerine önem verdiğim hocamın tanınmış bir çok insan hakkındaki düşünce ve değerlendirmelerini okumak çok ilginç oldu. Kitabı okurken genellikle fikirlerine katıldığım hocamla zaman zaman çok sevdiği gibi fikir tartışmalarına hayali olarak katıldım.
Kitap, benim için bir çok kişi açısından eksik bilgilerimi tamamlama ya da pekiştirme olanağı sunduğu için; ayrı bir zevk verdi.

Garcia'ya mektup

 1904 Rus-Japon harbinden önceydi. Amerikan gazetelerinin birinde ‘Garcia’ya Götürülecek Mektup’ başlıklı bir yazı çıktı. Yazan tanınmamış bir muhabirdi. Fakat bu kısa yazının anlattığı gerçekler, yüzlerce kitapla anlatılanlardan daha derin, daha özlü idi.

Yazı tesadüfen Çarlık Rusya’nın Demiryolları Nazırı’nın eline geçti. Nazır, bütün memurlarının bu yazının kopyasını yanlarında taşımasını sağladı. O sırada Rus-Japon savaşı başladı. Japonlar esir ettikleri Rus Demiryolları mensuplarının hepsini üzerinde bu yazıyı görerek meraka düştüler. Japon Maarif Nezareti bu yazıyı inceledikten sonra birer nüshasının bütün Japon yurttaşlarının okuyup yanlarında taşımalarım emretti.

Bu yazı, şimdi Birleşik Amerika’da bütün kara ve deniz kuvvetleri mensuplarına ve izcilere verilmektedir. Bu bir gelenek olmuştur.

5 Kasım 2014 Çarşamba

Beşiktaş'lı Mehdi'nin öyküsü



İstanbul viyadüklerin çevrelediği bir örümcek ağıdır. Ağlarına yalnız bahtsızlar takılır. Parası olmayanların kaderleri değişmese de yerlerinin değiştiği bir başlangıç, ya da sondur burası.

Hele öğlen kalkan ya da öğlen ulaşan otobüslerin yolcusuysanız bu hayata sarılma direncinizin ilk test yeri yine bu otogardır. Öğlen ezanı okunuyordu. Nisan'dı ama hala kaşkollara sarılmış insanlar, ciğerlerinden çıkan havayı kaşkolün içine üfleyerek ısınmaya çalışıyorlardı. Artvin'e gidecek otobüs yolcuları sigaralarından son bir fırt çekip, otobüsün basamaklarını çıkıyorlardı. Muavin bagaj kapaklarını kapattı, peron görevlisi içerideki yolcuları sayıp, kafasını arka kapıdan uzatıp bağırdı.

“22 numara, 22 numara...”

29 Ekim 2014 Çarşamba

Payidar Türk Cumhuriyeti'nin 91. yıl dönümü hepimize kutlu olsun.


    Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz.

    Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım.

28 Eylül 2014 Pazar

Kürk Mantolu Madonna

İlk defa Sebahattin Ali okudum. İsmi zaman zaman karşıma çıksa da itiraf etmeliyim biraz ön yargılı oldum galiba. Online alışverişte başka bir kitap alırken çok satanlar listesindeydi. Ne kaybederim ki dedim. Sebahattin Ali'nin kısa biyografisini okuyunca önyargılı olduğumun kesin farkına vardım.
Bugün kitabı bitirdiğimde ise 1943 yılında yazılmış bir kitabın beklediğim dili olmasına karşılık seçilen konu ve anlatımı güzeldi. Konuşmaların olmadığı uzun betimlemelerin bulunduğu bölümler sıkıcı gibi gelse de sonuçta şikayetim yok; iyiki okumuşum...

27 Temmuz 2014 Pazar

Büyük Osmanlı Tarihi

Bu aralar kitap okuyamıyorum demiştim ya kastettiğim edebi eserler üzerineydi. Biraz edebiyat dışında da kitaplar okuma isteğimden de kaynaklanmıştı bu. Ord. Prof. Enver Ziya Karal'ın yazmış olduğu beş ciltlik "Büyük Osmanlı Tarihi" ansiklopedisi ilgimi çekmiş fiyatını da çok uygun bulunca hemen almıştım.

Malesef ansiklopediler hemen öyle başladığım gibi bitecek türde eserler değil. Üstelik konusu itibariyle düşünüp, değerlendirip gerektiğinde yeniden okuduğum bölümler oldu.

Bu ansiklopediyi okumaktaki sebebim tarih hakkında bilmediklerimi öğrenmek, bildiklerimden emin olmak ve tarihi kendi mefeatleri için farklı anlatan kişilere "hayır, öyle değil" diyebilmek için. İlk cilt bittiğinde pek az şey bildiğimi ve okullarda öğretilenlerin maksatlı olarak farklı anlatıldığını kavradım.

Daha ilk cildi okurken tarihte yapılan bir dizi yanlışlar olmasaydı bugün ülkemiz ne durumda olurdu; üçüncü süper güç mü olurduk yoksa tek süper güç mü olurduk düşünceleri kafamda dolaşıp duruyor. Asla bunun cevabını öğrenmeyeceğiz. Diğer taraftan süper güç olmamalı; güç kullanılmamalı... (Bu ayrı bir yazının konusu olabilir)

Bazıları tarihe çok meraklıdır severek okur; bazıları ise nefret eder. Bazıları da benim gibi aradadır. Eğer tarih okumaktan nefret etmiyorsanız; Yakın Osmanlı Tarihini (Nizam-ı Cedid ve sonrası) merak ediyorsanız, mutlaka okumalısınız...


Ord. Prof. Enver Ziya Karal (d. 1906, Kosova) - (ö. 19 Ocak 1982, Ankara), Türk akademisyen ve tarihçidir.
Lyon Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunudur. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyeliği, Harp Akademisi ve Yüksek Komuta Akademisi Öğretim Üyeliği, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyeliği ve Dekanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi Müşavirliği, Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyeliği, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü, Kurucu Meclis Cumhuriyet Halk Partisi Temsilciliği (09.01.1961 – 25.10.1961) yapmıştır. Evli ve iki çocuk babasıdır. 1961 Anayasasını hazırlayan komisyonun başkanlığını yapdı. 1972 yılından 1982 yılındaki ölümüne kadar Türk Tarih Kurumu'ndaki başkanlık görevini sürdürdü.


Türkan Saylan - Tek ve Tek Başına


Bu aralar kitap okumayı azalttım; iş güç derken ben onlara, onlar bana bakıyor; elime alıp evirip çeviriyorum ama bir türlü başlayamıyorum. Sebebi ise bir kitaba başladım mı bitirmem lazım. Ben öyle bir kitabı günler, haftalar boyunca okuyamam; başladım mı bitecek. Hal böyle olunca da başlayamıyorum bir türlü, kendime güvenemiyorum. Ancak kitap almaya devam ediyorum; fırsatını buldum okuyacağım çok kitap var sırada.

Bitirdiğim son kitap ise Ayşe Kulin'in "Türkan Saylan - Tek ve Tek Başına" eseri. Dün akşam başladım ve bu öğlen bitti.

23 Mart 2014 Pazar

BİR UYARI

Bir makama aday olan siyasetçiler o makama geldiklerinde zaten söz verdikleri veya yapmakla mükellef oldukları hizmetleri yerine getirmek zorundadır.
Bunu yaptı, şunu da yaptı diyenler için söylüyorum.
Onların görevi çok daha fazlasını yapmaktı ama sadece bir yada bir kaç tane yaptı diye kimsenin madalya verecek hali yok...

Üstelik İstanbulda 20 senedir aynı parti İBB başkanı oldu.
İstanbulda 20 senede Türkiye genelinde 10 yıldır tek başına iktidar olan partinin yaptım dediği şeylerden çok daha fazlasını yapması beklenirdi.

Bu parti yerel/genel olarak ülkeyi yönetmeyi başladığı dönem ile daha önceki dönemler arasında çok büyük farklar söz konusu.
Özellikle de teknolojik olarak çok büyük bir gelişmenin olduğu dönemde yaşıyoruz
ve aldığımız hizmetlerin yine çok büyük bir bölümünün teknoljik gelişmeler sayesinde gerçekleştiğini görebiliyoruz.

Mesela sağlık hizmetleri 20 sene önce bilgisayar sistemleri bugünün teknolijsine sahip
olmadığı için bugünkü randevu sisteminin o gün olması beklenemez. Ama bugün bu sisteme geçilmiş olması da bütün sorunların çözüldüğü anlamını da vermez. Hala bir doktardan randevu alabilmek için günler/haftalar beklemek zorunda kalıyorsak; ücretsiz denen sağlık hizmetleri için doktora, ilaca para ödüyorsak ve bu hizmetlerde kısıtlanıyorsa sistemin başarılı olduğunu söylemek doğru değildir.

Bu partinin başarılı olduğunu savunan kişilere soruyorum. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan özelliştermelerden çok daha fazla özellişterme yapmakla övünenler, bu paralar nerde, hangi yatırımlara harcandı. Bu aslında mirasyedinin çalışmadan köşkün eşyalarını tek tek satarak geçinmesinden başka bir şey değildir.

IMF ye ödenen borçlarla övünenlere soruyorum. 30 milyar borç IMF ye ödendi ama tek borcumuz IMF ye değil ki.
Şu anda bu parti iktidara geldiğinde olan borcumuz üçe katlandı.

Komşularla sıfır sorun, çözüm süreci vs. daha bir çok konu var ama onları da yazmaya kalksam bir kitap dolusu yazmam gerekir.

Sonuç olarak Türkiye'de tek başına 10 yıl iktidar olup, 20 senedir İstanbulu yöneteceksin ama hala sorunlar bitmek yerine giderek artacak. Demokrasi gelişeceğine geriye gidecek; yeşil alanlar tahrip edilip beton duvarlar arasına mahkum olacağız; sırf kendi çıkarları için bu ülkeyi ve inasanlarını düşünmeyeceksin; ben ne istersem o olacak deyip muhalefete tahammül edemeyecek; dindar görünüp kişisel çıkarları için dini alet edecek...
Ve gün gelecek ayndaki kendi görüntüsüyle bil kavga eden biri haline dönüşecek.

Ama halkımızın azımsanmayacak bir bölümü bu gerçekleri görmeyip biat ederek freni patlamış otobüs uçurumdan aşağıya yuvarlanırken  her şey güllük gülistanlıkmış gibi keyif içerisinde yaşamaya devam eden olana insanlarımız bizler sizi uyardık ama dinlemediniz diyeceğiz ama ogün
hem siz hem biz yani Türkiye çok şey kaybetmiş olcak.
Lütfen başınızı kumdan çıkartın, etrafınızda neler olduğuna bir bakın; insanları dinleyin ve düşünün...

22 Ocak 2014 Çarşamba

Ahmet Ümit - Beyoğlu Rapsodisi

 Üç arkadaşın öyküsü bu. Beyoğlu'nda büyümüş, Beyoğlu'nda yaşayan üç ayrı kişilik, üç ayrı kimlik, üç ayrı insan. Ölümsüzlük merakıyla başlayan ölümler. Her cinayetin ardında gizemli bir neden... Ve soruşturma boyunca adım adım, bina bina, sokak sokak Beyoğlu. O çoksesli, çokrenkli, çokdilli, çokkültürlü Beyoğlu. Günümüzün Babil Kulesi... İnsanın bencilliğini, acımasızlığını, öfkesini, çaresizliğini en iyi anlatan mekân... Soluk soluğa bir gerilim, benzersiz bir final...
 

4 Ocak 2014 Cumartesi

Son Ada - İlk Şarkılar

Son okuduğum kitap Zülfü Livaneli'nin SON ADA isimli kısa romanı.


Farklı bir tarzda yazmış ve kendi kalıplarının dışına çıkmış ki bu yüzden Yaşar Kemal onun büyük kapıdan girdiğini söylemiştir. Kitap kendi konusunun yerine sık sık güncel hayat ile ilgili benzetme ve çağrışımlarla kendi hayatımızı düşünmemize sebep oluyor ve benzerlikler bulmaya çalışıyoruz.

Kimine sıkıcı gelebilir ama zaten uzun bir roman değil ve okunmalı diyorum...