13 Kasım 2013 Çarşamba

Ya kavga etmeye devam edeceğiz ya da bir arada yaşamaya alışacağız.


Son zamanlarda sıklıkla vurguladığım bir tespitimle başlayacağım. 1980 darbesinden sonra değişenlerden belki de en önemlisi toplumun ahlak yapısı oldu. Önceleri herkes birbirini tanımasa da saygı duyar, selam verir, kapı tutar, otobüste yer verir vs. Kaybettiğiniz bir eşyanızı sizi arayıp bulana kadar soruşturur, sizi bulamazsa da muhtara, mahalle bakkalına haber bırakır, soran olursa benden alsın denirdi.

Tabi her şey bu kadar basit değil; eskiden alın teri ile kazanmak çok önemliydi. Helal kazanmak, harama ele uzatmamak en büyük düsturlardan biriydi.



Bugünün gençliği büyüklerine sorsunlar; onlar da aynı şeyleri paylaşacaklardır. O günlerde top peşinde koşturan çocuklara aileleri kızar “dersini çalışta okuyup düzgün bir işe sahip ol” derlerdi. O zamanın çocuklarına sorduğunuzda avukat, doktor, mühendis, öğretmen, pilot olmak isterlerdi. Günümüzün çocukları da moda deyimle ya topçu ya da popçu olmak istiyorlar. Keza artık babalar çocukları kendi elleriyle futbol okullarına götürüp ünlü olmalarını ve çok para kazanmalarını umut ediyorlar.

Ahlaki değerlerimiz o kadar kayboldu ki artık gördüğümüz hemen her yanlışı kabul ediyor ya da görmezden geliyoruz. İnsanlar için en büyük değer para olmuş. Parası olana bravo olmayana yazık!

Tabii ki işin siyaset boyutu da var. İktidarı kazanabilmek ya da iktidarda kalabilmek için yapılan her türlü davranış makul karşılanıyor. Siyasetin amacı halka hizmettir. Tüm partiler, adaylar kendi yolunu kullanarak bu hizmeti gerçekleştirmeyi vadederler. Ancak siyaset artık başlı başına bir iş kolu olmuş ve ölene kadar para kazanma amaçlı olarak kullanılmıştır. Özellikle ABD de çokça görüldüğü gibi babadan oğula geçen bir meslek gibi ailenin yeni kuşakları tarafından sürdürülmeye devam edilmiştir.

Buradaki sorun artık siyasetin amacından uzaklaşıp menfaat sağlama aracına dönüşmesidir. Yani artık millete hizmet değil kendine fayda sağlama amaç olmuştur. Bir önceki dönemde devletle iş yapan milletvekili sayısı 450 civarındaydı.

Sonuç olarak toplumda çok net bir biçimde ahlaki bozulmanın olduğunu söylemek mümkün görünüyor. Ancak bu durumda bile yine kendine göre değerlendirme gayreti var. Yani yanlışı yapan karşı taraf olunca hemen ayaklanıp kıyameti koparanlar; yanlışı yapan kendilerine yakın biri olduğunda ise hemen savunmaya geçip onun haklılığını ispata çalışıyorlar.

Adalet her iki tarafı da keskin olması gereken bir kılıçtır. Hem size hem karşınızdakine de dokunmalıdır.

Başkalarını eleştirirken dozu aşanların kendilerinin de eleştirilmeye hazır olmaları beklenir. Ama özellikle de bir makam sahibi ise o imtiyazlarından ayrılmamak için tüm kuralları hiçe saymayı normal görmüştür.

Daha da ilginci; burada taraf olan kişinin kendini savunmaya geçmesi toplumuzda beklenen bir hareket olmasına karşılık; olayın tamamen dışında olan üçüncü kişilerin sorunlu tarafı abartılı bir şekilde savunma gayretidir.

Aristo’nun söylemi ile “insan sosyal bir hayvandır”. Onu diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği budur. Sosyal yaşamın olmadığı, insanların bir arada yaşama alışamadığı toplumlarda her türlü kavganın olmasının beklenmesi doğaldır.

Çok da uzatmadan son sözüm, ya kavga etmeye devam edeceğiz ya da bir arada yaşamaya alışacağız.

Hiç yorum yok: