21 Eylül 2011 Çarşamba
İstanbul Üniversitesi Merkez Binası
Osmanlı Devleti’nin Avrupa tarzında modern bir üniversite kurma girişimleriyle birlikte Fransız mimar Bourgeois tarafından 1864 – 1866 yıllarında inşa edilen İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’nda Rektörlük, İktisat ve Hukuk Fakültesi dekanlık binaları ve idari ofisler yer alıyor. Tava ve duvar süslemeleriyle dikkat çeken salonlarında konserler ve uluslararası toplantılar yapılıyor. 1867’de tamamlanan bina dikdörtgen planlı, kâgir ve bir bodrum kat üzerine üç katlı olarak inşa edilmiş. 1879’da Harbiye Nezareti olarak kullanılmaya başlanan, Barok mimari üslubunun öne çıktığı ve bir kısmı kagir çoğunluğu ahşap olan bu yapı 1894 İstanbul depreminden sonra mimar Raimondo d’Aronco tarafından onarılmış. 1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla, diğer bakanlıklar gibi Harbiye Nezareti – Milli Savunma Bakanlığı, Ankara’ya taşınınca Darülfünun’a verilmiş. 1933’te ise “Üniversite Reformu” ile İstanbul Üniversitesi Merkez Binası olarak kullanılmaya başlanmış. 1933 ve 1950’de Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından onarılmıştır.
İçinde Rektörlük, İktisat ve Hukuk Fakültesi dekanlıkları ile idari ofislerin bulunduğu İstanbul Üniversitesi Merkez Binası uzun bir tarihsel geçmişe sahip. Beyazıt semti, Bizans Döneminde kiliseler ve sarayların yoğunlukta olduğu bir bölge haline gelmişti. Roma döneminde ise şehrin merkezi olan Forum’un burada bulunduğu söylenir. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra Osmanlı’nın ilk sarayı da buraya inşa edilmiş. Fatih ilk olarak bugünün Beyazıt semtinde ve günümüzde üniversitenin merkez binalarının bulunduğu yerde Osmanlı başkentinin yeni sarayını yaptırmaya başlamış. Ama kısa zamanda fikrini değiştirerek, bugünün Topkapı Sarayı’nın bulunduğu alanda bazı binalar yaptırmaya girişmiş. Böylece Beyazıt’taki bina çok erken bir dönemde “Eski Saray” adını almış. Muhtemelen Fatih, Topkapı Sarayı’nın gördüğü manzaradan etkilenerek fikir değiştirince “Eski Saray”, Harem Dairesi ve çeşitli köşklerden oluşan bir alan haline gelmiş. Bunlar ahşap yapılarmış. Sarayın çevresinde, sultanların ve şehzadelerin avlanmaları için av hayvanlarının yetiştirildiği geniş av sahaları bulunuyormuş. Eski Saray 16. Ve 17. Yüzyılda birer yangın geçirmiş ve her yangından sonra tekrar onarılmıştır.
1826’da Sultan Abdülaziz döneminde geleneksel Osmanlı askeri teşkilatı olan Yeniçeri Ocağı kaldırılıp modern ordu kurulunca bina Bab-ı Seraskeri’ye tahsis edilmiş. Seraskerlik olunca ahşap köşk yaptırılmış. Bu alan askeri birimlerden oluşan bir kompleks haline gelmiş. Bina da Bab-ı Seraski ya da Serasker Kapısı olarak adlandırılmış. Daha sonra bu makam Harbiye Nezareti adını almış.. 1864 yılında yıkılan ahşap binanın yerine günümüze kadar gelen bu bina inşa edilmiştir.
Tarihi yarımadanın en büyük binalarından olan, eklektik üsluptaki binanın cephesi Neo-Rönesans Dönemi’ni anımsatan bir özelliğe sahip. Simetrik, aksiyal planlı yapıda dört cephede girişler bulunuyor. Ana girişten girildiğinde geniş bir avluyla karşılaşılıyor. Tavanı camla örtülü olan kare planlı avlu yapı merkezi. Avlunun her iki yabında doğu-batı yönünde simetrik anıtsal iki merdiven bulunuyor. Tırabzanlardaki taş işlemeciliği ve mermer sütunlar dikkat çekici. En üst katta Mavi Salon ve Doktora Salonu dışında birbirine geçişi bulunan üç salon daha yer almakta. Oryantalist bir dekorasyon anlayışıyla tasarlanmış salonların duvar ve tavanları zengin süslemelere bezenmiş. Tavan resimleri 17. Ve 18. Yüzyılda uygulanmaya başlanan tavan ve duvar geleneğini sürdürüyor. Tavanlardaki üç boyutlu ve yoğun süsleme Barok üslubu anımsatıyor. Süslemelerin arasına asker ressam öğrenciler tarafından yapıldığı tahmin edilen yağlı boya ile tuval üzerine yapılıp yerine oturtulan manzara resimleri yerleştirilmiş. Doktora Salonuna açılan diğer salonda bulunan kütüphane Sultan Abdülhamit tarafından yapılmış. Bina Harbiye Nezareti olarak kullanılıyor ve askerlerin kılıçlarını kuşandıkları yer olan Kılıçlık’ta bu katta bulunuyor. Çeşme ise bu yapının inşasından 30 yıl sonra ortaya çıkan akımın bir örneği olarak sonradan monte edilmiş.
Binanın en üst katında yer alan 13 odadan ve bir koridordan oluşan bölümde Paris’te sanat eğitimi alırken I. Dünya Savaşı çıkınca yurda dönen sanatçılardan oluşan ve “14’ler kuşağı” olarak anılan ressam gurubu içinde yer alan ilk Türk portre ressamı Feyhaman Duran, Türkiye’de soyutlamaya giren ilk ressamlardan biri olarak tanımlanan ressam ve heykeltraş Selim Turan ve ressam Güzüde Duran’ın eserleri sürekli olarak sergileniyor. Salonlarda ayrıca SelimTuran’ın hat abstreleri ve heykelleri de yer almakta. İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’nın zengin süslemelerle bezeli salonlarında üniversite ve konsolosluklar işbirliğiyle üniversite öğrencileri, öğretim üyeleri ve çalışanlar için konserler düzenleniyor; uluslararası toplantılar ve sempozyumlar yapılıyor.
Karınca Bülteni - Mart 2009
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
